Yavaşlığa Övgü
“Yavaş olmak kendi hayatınızın ritimlerini kontrol ettiğiniz anlamına gelir. Herhangi bir bağlamda ne kadar hızlı gitmeniz gerektiğine siz karar verirsiniz.
Eğer bugün hızlı olmak istiyorsam, hızlı olurum; yarın yavaşlamak istersem, yavaşlarım. Uğruna savaştığımız şey kendi ritmimizi belirleme hakkı.”
Carlo Petrini, Slow Food kurucusu
Çok uzun zamandır “Yaşama Sanatı” üzerine yazılar paylaşan, “Yavaş Yaşama”yı benimseyen Sloww.Co blogunu takip ediyorum.
Blogun kurucusu Kyle Kowalski, Carl Honore’nin “Yavaşlığa Övgü” kitabının özetini çıkarmış.
Okurken sorguladım, düşündüm, çok beslendim. 5 KİŞİ Komünitesi’nden Aleyna Koca’nın ve Hicran Kızıltepe’nin desteğiyle bu özeti Türkçe’ye kazandırdık.
Yavaş yavaş, sindire sindire okumanız dileğiyle…
Yavaşlık Hareketi: “Yavaşlığa Övgü” Carl Honoré
Kitabın özünde yatan sorular şunlardı:
Neden sürekli bir koşturmaca(telaş) içindeyiz?
Bu zaman hastalığının tedavisi ne?
Yavaşlamak mümkün mü ya da cazip mi?
Özet İçeriği:
Yavaşlık üzerine alıntılar
Yoğun Hayat & Zaman hastalığı
Zamanla Olan İlişkimizin Evrimi
Yavaşlık ile ilgili Doğru Bilinen Yanlışlar
Yavaşlık sadece bir değişim oranı değildir; bir hayat felsefesidir.
Yavaşlık Hız Karşıtı Değildir
Yavaşlık Ağır Çekim ya da Teknoloji Karşıtı Değildir
Yavaşlık Kapitalizm Karşıtı Değildir
Yavaşlık Herkese Göre Olmayabilir
Yavaşlık Felsefesi ve Temel Prensipleri
Denge ve Orta Yol
Daha Az Ama Daha İy
Hayat Tarzın Devrim
Yavaş Hareketinin Çıkışı & Evrimi
Manevi Boyut
Beyin
Meditasyon & Hareket
Eğitim
İş
Boş Zaman
Carl Honoré ve Aydınlanma Anı(“Aha” Anı) Hakkında
Carl’ın 2005 yılında yaptığı TED konuşmasında bu “Yavaşlık Hareketi”ne nasıl merak saldığını anlatıyor.
Carl oğluna yatmadan önce hikayeler okurken hikayeyi bir an önce bitirmek için hızlandığını, kelimeleri sayfaları atladığını fark ediyor.
Bir gün “1 Dakikalık Uyku Vakti Hikayeleri” adlı bir yazı görüyor ve bu hikayeler onu çok mutlu ediyor, oğlu üzerinde kullanabileceğini düşünüyor.
Sonra kendine geliyor: YOK ARTIK. BU HIZ BENİ NASIL BİRİ YAPTI?
“Uyku zamanı ritüelini ivmelendirdiğimde bir yanımla korkunç derecede bencil hissettim ama diğer yanım ajandamdaki bir sonraki adıma atlama isteğime karşı koyamıyordu: akşam yemeği, emailler, okuma, faturalar, daha çok çalışma, televizyondaki haber bülteni. Dr. Seuss’un dünyasında uzun, ağır bir gezintiye çıkmak bir seçenek değildi. Bu fazlasıyla yavaştı.”
“Bütün hayatım telaş içinde bir çalışmaya döndü, her saate daha da çok şey sıkıştırmaya çalışıyordum. Elinde kronometre taşıyan Scrooge gibiydim, en ufak zaman kırıntısından tasarruf etmeye takıntılı, bir dakika buradan, birkaç saniye oradan.”
“Roma’da havaalanındaki uyku vakti hikayesi aydınlanmam sonrası, Londra’ya bir görev ile döndüm:
Hızın bedeli ve git gide hızlanmak konusunda takıntılı bir dünyada yavaşlamak ile ilgili olasılıklar üzerine araştırmak.”
Yavaşlık üzerine alıntılar:
“Hayatta hızını arttırmaktan daha fazlası var.” — Gandhi
“Stresten hızlı bir etki ile kurtulmak için, yavaşlamayı deneyin.” — Lily Tomlin
“Daha derin yaşamak için zaman ayır.” — Thich Nhat Hanh
“Çoğu insan hazzın peşinden öyle nefes nefese bir telaşla koşar ki farkına varmadan onun yanından geçer.” — Søren Kierkegaard
“Boş zamanları akıllıca doldurabilmek uygarlığın son basamağıdır.” — Bertrand Russell
“Hayatın tüm mücadelesi bir dereceye kadar her şeyi ne kadar yavaş ya da ne kadar hızlı yaptığımızla ilgili bir mücadeledir.” — Sten Nadolny, Yavaşlığın Keşfi yazarı
“Her şey çok hızlı gerçekleştiğinde insan hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile.” Milan Kundera
“Zamanı sınırlayıp sonrasında yaşamın her alanına hızı dayatmak bir Batılı hastalığıdır.” Satish Kumar
“İnsanların düşüncelerine rağmen, hız hakkında tartışma, hiçbir zaman teknolojinin mevcut durumuyla ilgili değil. Bundan çok daha derine dayanıyor, insanın üstünlük arzusuna kadar uzanıyor… Öleceğimiz gerçeği ile ilgili düşünmek zor; tatsız, bu yüzden sürekli olarak kendi ölümlülüğümüzün bilincinden bizi uzaklaştıracak yollar arayışındayız. Hız, verdiği duyusal telaş ile, dikkat dağıtmak için bir stratejidir.”-Mark Kingwell
“Yavaş olmak kendi hayatınızın ritimlerini kontrol ettiğiniz anlamına gelir. Herhangi bir bağlamda ne kadar hızlı gitmeniz gerektiğine siz karar verirsiniz. Eğer bugün hızlı olmak istiyorsam, hızlı olurum; yarın yavaşlamak istersem, yavaşlarım. Uğruna savaştığımız şey kendi ritmimizi belirleme hakkı.” — Carlo Petrini, Slow Food kurucusu
“Tek istediğimiz modern ile geleneksel arasında, kaliteli yaşamı destekleyen bir denge oluşturabilmek.” -Bruna Sibille
“Okuma zamanı, düşünmek için gereken zamanı, dolayısıyla kitlenin dinamik etkinliğini bozan bir yavaşlamayı içinde taşır.” — Paul Virilio, Fransız filozof
Yoğun Hayat & Zaman Hastalığı
Dünya hala her şeyi daha hızlı yapmak için büyük bir gayret gösteriyor ve bunun için ağır bedeller ödüyor.
Gezegeni ve kendimizi tükenişe doğru götürüyoruz. Öylesine zaman yoksunu ve zaman hastasıyız ki arkadaşlarımızı, ailelerimizi ve partnerlerimizi ihmal ediyoruz. Artık bir şeylerin tadını nasıl çıkaracağımızı bilemiyoruz çünkü her zaman sıradaki şeyi iple çekiyoruz. Yediğimiz birçok yemek sıkıcı ve sağlıksız. Çocuklarımızın yakalandığı aynı acele fırtınası ile, gelecek kasvetli gözüküyor.
“Bizi birbirimize bağlayan ve hayatı yaşanır kılan bütün şeyler- toplum, aile, arkadaşlık- asla yeterince sahip olmadığımız bir şeyden önde gelir: zaman.”
“1982’de, Amerikan fizikçi Larry Dossey, “zaman hastalığı” terimini şu takıntılı inancı tanımlamak için türetti: ‘zaman kaçıyor, yeterince zaman yok ve yetişmek için daha hızlı ve daha hızlı pedal çevirmen gerek.’ Bugünlerde tüm dünya zaman hastası. Hepimiz aynı hız inancına aitiz.
“Zaman hastalığı aynı zamanda daha derin, varoluşsal bir rahatsızlığın belirtisi olabilir. Tükenişten önceki son evrelerde, insanlar genellikle mutsuzluklarıyla yüzleşmekten kaçınmak için hızlanırlar.”
“Kaçınılmaz olarak, acele bir hayat yüzeysel olabilir. Acele ettiğimizde yüzeyi sıyırıp geçeriz ve dünyayla ya da diğer insanlarla gerçek bağlar kurmada başarısız oluruz.”
“Bu bol medyalı, veri zengini, kanal sörfü, bilgisayar oyunu çağında, hiçbir şey yapmama sanatını kaybediyoruz, arka plandaki gürültüyü ve dikkat dağıtıcı şeyleri kapatma, yavaşlama ve basitçe düşüncelerimizle yalnız olma.”
“Daha derin düşünmek, ya da bir fikrin zihnimizin arkasında yavaş yavaş kaynamasına izin vermek yerine, artık iç güdümüz en yakın kısa konuşmaya ulaşmak.”
“Burası hızlı olma ve zamandan tasarruf etme takıntımızın bize rehberlik ettiği yer. Yol kavgasına, hava kavgasına, alışveriş kavgasına, ilişki kavgasına, ofis kavgasına, tatil kavgasına, spor salonu kavgasına. Hız sayesinde öfke devrinde yaşıyoruz.”
“Sadece hızlı olmaktan hoşlanmıyoruz, buna alışıyoruz da, ‘hızlanmış’ oluyoruz. Otoyolda ilk araba kullandığımızda, saatte 70 mil hızlı görünür. Sonra, birkaç dakika sonra, sıradan gelir. Yan yola çek, 30 mil/saatte fren yap ve daha düşük hızlar diş gıcırdatacak kadar yavaş gözükecektir. Hızlanma daha fazla hıza olan daimi ihtiyacı körükler.”
“Biz hızlanmaya devam ettikçe, zamanla olan ilişkimiz gittikçe rahatsız edici ve işlevsiz oluyor.”
Zamanla olan İlişkimizin Evrimi
Eğer bir gün yavaşlayacak olursak, en başında neden hızlandığımızı, dünyanın neden bu kadar hızlandığını, bu kadar sıkı sıkı planlandığını anlamamız gerekiyor. Ve bunu yapmak için, zamanın kendisiyle olan ilişkimize bakarak en baştan başlamalıyız.
“Hayatta kalma, zamanı ölçmeye teşvik eden şeylerden biriydi. Eski uygarlıklar, takvimleri ekinleri ne zaman ekip biçeceklerine karar vermek için kullandılar. Fakat, başlangıçtan itibaren, zaman tutmanın, iki ucu keskin bir kılıç olduğu kanıtlandı. Diğer taraftan, programlama köylü çiftçiden yazılım mühendisine kadar herkesi daha verimli kılabilir. Yine de zamanı parsellemeye başlar başlamaz, gösterge dönüyor ve zaman yönetimi ele geçiriyor. Programın köleleri oluyoruz. Programlar bize son teslim tarihleri verir; ve son teslim tarihleri, doğaları gereği, acele etmemize sebep olurlar. İtalyan bir atasözünün dediği gibi:İnsanlar saati ölçer ve saat insanları.
“Lewis Mumford, ünlü sosyal eleştirmen, saatleri Sanayi Devriminin ‘anahtar makinesi’ olarak tanımladı. Fakat standard zamanın bulunuşu tüm potansiyelini 19. yüzyılın sonuna kadar ortaya çıkarmadı.
“Benjamin Franklin istirahat ve dinlenmeye adanmış bir dünyanın hayalini kuran ilk insanlar arasındaydı. 1700lerin sonundaki teknolojik dönüm noktalarından ilham alarak, insanın yakında haftada 4 saatten fazla çalışmayacağını tahmininde bulundu.”
“Bu sırada, ABD’de, Transendentaller olarak bilinen bir grup entelektüel, köklerini doğaya salmış bir yaşamın zarif sadeliğini övdü. Üyelerinden biri, Henry David Thoreau, 1845’te Boston yakınlarındaki Walden Gölü’nün kıyısında tek odalı bir kulübeye geçerek, sonsuz telaşın koşu bandı olarak kötülediği, çalışmak dışında hiçbir şey olmayan modern hayatı geride bırakarak emekli oldu.”
“1884’te, Amerikan editör ve deneme yazarı Charles Dudley Warner yaygın huzursuzluğu açığa vurdu:
“Çalışanlara modern kapitalizm tarafından talep edilen yeni zaman disiplinini öğretmek için, egemen sınıflar yavaşlığı ve gecikmeyi kardinal günahlarmış gibi karalarken, dakikliğini bir vatandaşlık görevi ve ahlaki bir erdem olarak teşvik etmeye girişsin. 1891’deki kataloğunda, the Electric Signal Clock şirketi ayak uyduramayan kötülere karşı uyarıda bulundu: ‘Hayatta başarılı olacak kişi tarafından diğerlerinden daha fazla yetiştirilmesi gereken bir erdem varsa, dakikliktir: eğer kaçınılacak tek bir yanlış varsa, zamanın gerisinde kalmaktır.’ Şirketin saatlerinden biri, hakettiği gibi Autocrat(Otokrat) olarak isimlendirilerek, gruptan ayrılan ve zamanın gerisinde kalan insanları kökten değiştireceğinin sözünü verdi.
“Her fırsatta cezbedilip gıdıklanarak, mümkün olduğu kadar çok deneyimi ve tüketimi sıkıştırmayı gözetiyoruz. Parlak kariyerler kadar, sanat dersleri almayı, spor salonunda egzersiz yapmayı, gazete ve çok satanlar listesindeki her kitabı okumayı, arkadaşlarla dışarıda yemek yemeyi, kulübe gitmeyi, spor yapmayı, saatlerce televizyon izlemeyi, müzik dinlemeyi, aileyle zaman geçirmeyi, en yeni kıyafetleri ve makineleri almayı, sinemaya gitmeyi, partnerlerimizle mükemmel seksin ve yakınlığın tadını çıkarmayı, en uzak yerlerde tatil yapmayı ve belki biraz da anlamlı gönüllülük çalışmaları yapmayı istiyoruz.
Sonuç ise, hiçbir zaman yeterince zaman olmadığı algısını besleyen, hayattan istediğimiz şey ile gerçekçi olarak sahip olduğumuz şey arasındaki acı verici tutarsızlık oluyor.
“Cevabın bir kısmı zamanın kendisi hakkında düşünme şeklimizde yatıyor olabilir. Bazı felsefik geleneklerde-Çin, Hindu ve Budist, 3 tanesini sayacak olursak, zaman döngüseldir. Kanada’nın Baffin adasında, eskimolar hem ‘uzak geçmişte’ hem de ‘uzak gelecekte’ anlamına gelen aynı kelimeyi-uvatiarru– kullanıyorlar.
Zaman, böyle kültürlerde, geldiği gibi geçiyor da. Devamlı olarak etrafımızda, kendini yeniliyor, tıpkı soluduğumuz hava gibi.
Batı geleneklerinde, zaman doğrusaldır, A’dan B’ye uçan acımasız bir ok gibi. Sonludur ve bu sebeple değerlidir, güçtür.
Hristiyanlık her anı iyi değerlendirmek için baskı yığıyor. Benedikt rahipleri sıkı bir program tutarlardı çünkü şeytanın boş duran eller için iş bulduğuna inanıyorlardı. 19. yüzyılda, Charles Darwin Batı’nın her dakikayı harekete geçmek için sert bir çağrı olarak görme takıntısını şu sözlerle özetledi: ‘Hayatının bir dakikasını bile boşa harcamaya cüret edebilen biri, hayatın değerini anlamamıştır.’
“Belki de Yavaş Hareketi’nin en büyük meydan okuması zamanın kendisiyle olan bu kuruntulu ilişkimizi düzeltmesi olacak.”
Yavaşlık ile İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar
Hızlı; yoğun, kontrolcü, agresif, aceleci, stresli, yüzeysel, sabırsız, aktif, nitelikten ziyade niceliksel.
Yavaş tam tersi: sakin, dikkatli, anlayışlı, durgun, sezgisel, telaşsız, sabırlı, düşünceli, nicelikten ziyade niteliksel. İnsanlarla, kültürle, işle, yemekle, her şeyle gerçek ve anlamlı ilişkiler kurmakla ilgili.
Yavaşlık Hız Karşıtı Değildir
“Bir şeyi açıklığa kavuşturalım: bu kitap hıza karşı verilen bir savaşın bildirisi değil. Hız, dünyamızı harika ve özgürleştirici yollarla yeniden oluşturmamıza yardım ediyor. Kim internet ya da jet seyahati olmadan yaşamak ister ki?
Problem şu ki hıza olan aşkımız, gittikçe daha az zamanda gittikçe daha fazlasını yapma takıntımız o kadar ilerledi ki; bir bağımlılığa, bir nevi tampaya dönüştü. Hız olumsuz sonuç vermeye başladığında bile, hızlanma kitabından yardım istiyoruz.
İşte geri mi kaldın? Daha hızlı bir internet bağlantısı edin.
Noel’de aldığın o romanı okumak için vaktin mi yok? Hızlı okumayı öğren. Diyet işe yaramıyor mu? Yağlarını aldırmayı dene.
Yemek yapmak için çok mu meşgulsün? Bir mikrodalga al.
Ama yine de bazı şeyler hızlandırılamaz, hızlandırılmamalı. Bazı şeyler zaman alır; yavaşlığa ihtiyaçları vardır. Hızlandırılmaması gereken şeyleri hızlandırdığında ödenecek bir bedel vardır.”
Yavaşlık Ağır Çekim ya da Teknoloji Karşıtı Değildir
“Bazı eleştirmenlerin söylediğinin aksine, Yavaşlık Hareketi her şeyi salyangozun temposunda yapmak ile ilgili değildir. Tüm gezegeni endüstri öncesi bir ütopyaya geri sürüklemeye girişen bir sanayi devrimi karşıtı işçidir.
Aksine, bu hareket senin ve benim gibi insanlardan oluşuyor; hızlı ve modern dünyada daha iyi yaşamak isteyen insanlardan…
Yavaş olmak; tembel, çağdışı ya da teknofobik olmak demek değil.
Yavaşlık Antikapitalist Değildir
“Kaçınılmaz olarak, Yavaşlık Hareketi, küreselleşme karşıtı savaş ile örtüşüyor. İki tarafın da savunucuları turbo kapitalizmin gezegen ve üzerinde yaşayan insanlar için tükenişe tek yönlü bir bilet sunduğuna inanıyor.
Eğer daha makul bir tempoda tüketir, üretir ve çalışırsak, daha iyi yaşayabileceğimizi iddia ediyorlar. Ama, ılımlı küreselleşme karşıtları ile ortak olarak, Yavaş aktivistleri, kapitalist sistemi yıkmak için dışarda değiller.
Aksine, ona insani bir yüz vermenin peşindeler. Petrini’nin kendisi ‘erdemli küreselleşme’ hakkında konuşuyor.”
Yavaşlık Herkese Uyan Bir Kalıp Değildir
“Yavaşlamak için herkese-uyan bir formül, doğru hıza giden evrensel bir rehber yoktur. Her insan, hareket, an kendi öz-zamanına(eigenzeit) sahiptir. Bazı insanlar diğerlerimizi erkenden mezara gönderecek hızda yaşamaktan memnundur. Hepimizin bizi mutlu eden o doğru tempoyu seçme hakkı olmak zorunda. Tempo Giusto (istikrarlı hız) piyanisti Uwe Kliemt’in de söylediği gibi;
Yavaşlık Felsefesi ve Temel Prensipleri
Her ne kadar hız, meşguliyet ve zamandan tasarruf etme takıntısı modern dünyanın nitelikleri olmaya devam etse de güçlü bir karşı çıkma mayalanıyor. Yavaşlık Hareketi, adımlarını atıyor.
Denge ve Orta Yol
Yavaş felsefesi tek bir kelimede özetlenebilir: DENGE.
Hızlanmak mantıklı geldiğinde hızlı ol, ve yavaşlık gerektiğinde yavaş ol. Müzisyenlerin tempo giusto dedikleri hızda yaşamın peşinden koş- doğru hızda… Çoğu insan gibi, ben de hızlının ve yavaşın ortasında bir yol bularak daha iyi bir yaşam bulmak istiyorum.
“Dünyanın ihtiyaç duyduğu ve Yavaş hareketinin önerdiği şey aynı, bir orta yol, la dolce vita(tatlı hayat) ile bilgi çağının dinamizminin evliliği için bir tarif.
Bazen hızlı. Bazen yavaş. Bazen ikisinin ortasında bir yerde. Yavaş olmak; hiçbir zaman acele etmemek demek, zaman uğruna zaman kazanmak için mücadele etmemek demek. Yavaş olmak koşullar bizi hızlanmaya zorlasa da sakin ve soğukkanlı kalmak demektir.
Daha Az Ama Daha İyi
Bir şeyleri daha iyi yapmanın yolu daha az yapmaktır, bu da Yavaş felsefesinin temel inancıdır. Toplumdakikoşturmacalı yaşam tarzı, özünde kötü değildir. Eğer biz yavaşlığın ruhunu kabul edersek — daha az iş yapıp acele etmezsek — bu bize hızı kesmek için ihtiyacımız olan esnekliği verebilir… Normalden daha yavaş, genelde daha iyi anlamına gelir. — daha iyi sağlık, daha iyi çalışma, daha iyi iş, daha iyi aile hayatı, daha iyi egzersiz, daha iyi yemek yapabilme ve daha iyi seks.
“Yavaş felsefesinin esas öğretisi bir şeylere zaman ayırıp onları hakkıyla yapmak ve bu sırada onlardan daha çok zevk almaktır. Ekonomik etkisi ne olursa olsun Yavaş felsefesi bizi gerçekten mutlu eden şeyleri vaad eder: daha iyi sağlık, sağlam bir çevre, güçlü bağlantılar ve ilişkiler, bitmez tükenmez acelecilikten kurtuluş.”
Yavaş Hareketinin Çıkışı & Evrimi
Yavaş hareketi hala şekilleniyor. Ne merkezi ne web sitesi ne lideri ne de mesajını yayacak politik bir partisi yok. Yavaşlamaya karar veren birçok insan popüler bir hareketin parçası olduğunu hissetmiyor. Ancak asıl önemli olan büyüyen küçük bir topluluğun hız yerine yavaşlığı seçmesi. Hız düşüren her eylem Yavaşlık Hareketi’ne katkı sağlar.
20. yüzyıl içinde, hız ekolüne direniş büyüdü ve bir sosyal hareket haline geldi. 1960’ların kültür devrimi milyonlarca insana yavaşlama ve daha basit yaşama konusunda ilham verdi. Benzer bir felsefe de Gönüllü Basit Yaşama hareketini doğurdu. 1980’lerin sonunda New York temelli Trends Research Enstitüsü Vites Düşürme diye bilinen bir olgu belirledi. Yani yüksek tempolu yaşam şeklinden daha sakin, daha az tüketime dayanan bir yaşam. Politik ve çevreci düşüncelerle yönlendirilen hippi neslinin aksine, vites düşürenler ödül merkezli bir hayat seçmişlerdir. Zaman ve yavaşlığı tekrar kazanmak için paradan feragat etmeye hazırdırlar.
Her şey (Yavaşlık Hareketi) 1986’ta McDonald’s’ın Roma’daki meşhur İspanyol Merdivenlerinin yanında şube açmasıyla başladı. Yerel halk bu restoranı iyi karşılamadı, içinde barbarlar vardı ve bir şeyler yapılması gerekiyordu. Dünyayı saran fast food fırtınasına karşı yemek kitabı yazarı Carlo Petrini slow food hareketini başlattı. İsminden de anlaşılabileceği gibi hareket McDonald’s’ın yapmadığı her şey içindi: taze, yerel, mevsimsel ürün, nesiller boyu aktarılan tarifler; sürdürülebilir tarım, zanaatkarlık; arkadaşlarla ve aileyle sakin bir akşam yemeği. Slow Food ayrıca ‘eko-gastronomi*’ yi savunuyor.
*eko-gastronomi = iyi beslenmenin doğayı korumakla el ele gidebileceği ve öyle olması gerektiği düşüncesi.
Petrini’ye göre bu, hıza takıntılı hayatımızla mücadele için iyi bir giriş noktası.
Slow Food grubu bildirisi tüm hız ekolüne karşı herkese çağrıda bulunuyor: “Yüzyılımız endüstri devriminin gölgesinde başladı ve büyüdü, ilk makineyi buldu ve onu bir hayat modeli olarak aldı. Hız tarafından köleleştirildik ve hepimiz sinsi hızlı yaşam virüsü tarafından kandırıldık. O alışkanlıklarımızı yok etti evlerimizin mahremini istila etti ve bizi fast food yemeye zorladı.”
Slow Food, toplumun dikkatini çekti ve tüm dünyada yayıldı çünkü insanların basit istekleriyle alakalıydı. Hepimiz iyi yemeyi severiz ve iyi yediğimizde daha sağlıklı ve mutlu oluruz.
Yavaş hareketi kendi momentumuna sahip. Hıza, hayır demek cesaret ister ve insanlar yalnız olmadıklarını bildiklerinde diğerleriyle aynı pozisyonu paylaşıp aynı riskleri alabiliyorlar. Yavaş hareketi gücünü sayılardan alır. Ne zaman Slow Food ya da Society for the Deceleration of Time gibi gruplar gazetelere çıksa, geri kalanların hızı sorgulaması zorlaşıyor. Dahası yavaşlamanın ödülünü tadanlar öğrendikleri dersi diğerleriyle paylaşıyorlar.
Hepimiz biliyoruz ki hayatlarımız zıvanadan çıkmış ve bu yüzden yavaşlamak istiyoruz. Bireysel olarak ne kadar frenlersek hayat kalitemizin de o kadar arttığını görüyoruz. Asıl soru şu ki: Bireyler ne zaman topluluk oluşturacak? Ne zaman dünya çapında yeterince insan yavaşlama hareketini yapacak? Ne zaman yavaş hareketi, yavaş devrimine dönüşecek?
Manevi Boyut
Bazıları yavaşlamanın manevi bir boyutu olduğunu düşünse de bazıları böyle düşünmüyor. Yavaş hareketi ikisini de kabul edecek kadar engin. Bu ikisinin arasındaki fark, göründüğü kadar geniş değil. Yavaşlamanın büyük yararı zamanı tekrar kazanmak ve -insanlarla, kültürle, işle, doğayla, kendi bedenimiz ve ruhumuzla- huzurlu bağlantılar kurmak. Bazıları bunu daha iyi bir yaşam olarak adlandırıyor. Diğerleri ise bunu maneviyat olarak açıklıyor.”
Bugünlerde birçok insan zamandan kaçıp maneviyatın güvenli limanına sığınıyorlar. Bu sırada ana akım hıristiyan kiliselerinin cemaatleri küçülüyor, ve onların dinsel rakipleri güçleniyor. Tıpkı kitapçılar gibi budizm de batıda yükseliyor, konuşma odaları ve klinikler yeni çağcılığın metafiziksel öğretilerini uyguluyor. İnsanlar yavaşlamaya can attığında tüm bunlar mantıklı hale geliyor. Ruh, kendi doğası gereği ‘yavaş’tır. Ne kadar zorlarsan zorla, aydınlanmayı hızlandıramazsın. Her din kendinle, başkalarıyla yüksek bir güçle bağlantı kurman için yavaşlaman gerektiğini öğretir. İncil’in 46. Psalm bölümü der ki, ‘Hareketsiz kal ve Tanrı olduğumu bil.’
Beyin
Hız ekolüne karşı olan bu savaşta cephe, bizim kafamızın içidir. Hızlanma biz tutumumuzu değiştirene kadar doğal olarak devam edecektir. Ama ne düşündüğümüzü değiştirmek sadece başlangıçtır. Eğer yavaş hareketi gerçekten köklenirse biz de daha derine inmeliyiz. Nasıl düşündüğümüzü değiştirmeliyiz.
Beynimizin vitesini düşürmek bize daha iyi sağlık, iç huzur, büyülü konsantrasyon ve daha yaratıcı düşünme yeteneği getirir. Bu bize Milan Kundera’nın bahsettiği ‘yavaşlığın hikmetini’ getirebilir.
Araştırma gösteriyor ki insanlar sakin, telaşsız ve stresten uzak olduklarında daha yaratıcı oluyor çünkü zamana karşı yarış dar bakış açısına yol açıyor.
Benim ilham anlarım, nadiren sıkışmış bir ofiste ve yüksek stresli bir toplantılar da gelir ama genelde daha rahatladığım bir zamanda -köpük banyosu sırasında, yemek yaparken veya parkta koşu yaparken- gelir. Tarihin büyük düşünürleri beynin vites düşürmesinin önemini biliyordu. Charles Darwin kendini ‘yavaş düşünen’ olarak tanımlardı. Albert Einstein Princeton Üniversitesi’ndeki ofisinden uzaya yıllar boyu bakmasıyla ünlüdür.
Einstein şu iki düşünce stilinin birleşimine önem verirdi: Bilgisayarlar inanılmaz hızlı, doğru ve aptal. İnsanlar inanılmaz yavaş, yanlış ve zeki. Bu ikisi birlikte hayalin ötesinde güçlüler. Bu yüzden en akıllı ve yaratıcı insanlar ne zaman akıllarını boş bırakacaklarını ve aşırı çalışmayı durduracaklarını biliyorlar. Başka bir deyişle ne zaman ne yavaş ne zaman hızlı olunması gerektiğini biliyorlar.
Bir Zen ustasının dediği gibi ‘Orada oturma, böyle bir şeyler yap.’ demek yerine tam tersini söylemeliyiz. ‘Bir şeyler yapma otur orada.’
Meditasyon & Hareket
Yavaşlığı hayatımıza yerleştirmenin bir yolu hızlanmaya karşı koyan aktivitelere zaman ayırmaktır.- meditasyon, örgü örmek, bahçe işleri, yoga, resim yapmak, okumak, yürümek.
Meditasyon beyne rahatlamayı öğretmenin bir yoludur. Kan basıncını düşürür ve daha yavaş alfa ve teta dalgalarını beyinde oluşturur ve araştırma gösteriyor ki sonuçları meditasyon bittikten sonra da devam ediyor.
Yogayı ele alalım; vücudu, ruhu ve beyni harmoniye sokan fiziksel, ruhsal ve mental bir antik Hindu egzersizidir. ‘Yoga’ kelimesi Sanskritçe birleşim anlamına gelir. Batıda ise fiziksel disipline nefes kontrolü, yavaşlık, sıvı hareketleri, pozlar ya da asonansa odaklanırız. Yoga vücutta harikalar yaratabilir. Kasları sıkılaştırabilir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirebilir, kan dolaşımını güçlendirebilir ve esnekliği arttırabilir.
Yoga, dinginliğin özüne ulaşmaya yardım edebilir. Bir insanın stres, endişe, hastalık ve çok çalışmaktan zarar gören chi’sini- hayat gücü ya da enerjisi- devam ettirebilir. Hatta chi’yi mistik bir saçmalık olarak görenler de genelde yoganın beyinlerini yavaşlatmakta yardımcı olduğunu söylüyor. Telaşsız kontrollü anlarda daha fazla farkındalık konsantrasyon ve sabır elde ediyorlar.
Chi Kung, yavaş yaklaşımın beynin ve bedenin şifası olduğunu düşünen başka bir Doğulu yöntemdir. Bazen ‘ meditasyon ve hareketli yoga’ olarak tanımlanır. Chi Kung, antik Çin’de Chi’yi vücutta dolaştırarak sağlık vaad eden genel bir terimdir. Ayaktayken leğen kemiğini dayanak olarak kullanır ve yavaşça belli pozisyonları yaparak kolları ve bacakları esnetir. Ayrıca yavaş derin nefes de önemlidir. Chi Kung, kalp atışını yükseltip bolca terlemekle alakalı değildir. Kontrol ve farkındalıkla ilgilidir. Dengeyi, gücü, duruşu ve hareketin ritmini genişletebilir. Aktif durumdayken beynin yogadan bile fazla rahatlamasını sağlar. Chi Kung’un Kung Fu gibi savaş sanatlarında daha hassas Tai Chi gibi birçok dalı vardır.
Arkaplanda olanlara karşılık, yürümek, en eski egzersiz şekli geri dönüş yapıyor. Sanayi öncesi dönemde insanlar genelde ayakları üzerinde seyahat ederdi ve bu onları formda tutardı. Daha sonra motor gücü geldi ve insanlar tembelleşti. Yürümek seyahatın son çaresi haline geldi, Dünya Sağlık Örgütü’nün deyimiyle ‘unutulmuş bir sanat.’
Ayrıca yürüyerek seyahat etmek meditasyon etkisi yaratabilir ve beyni yavaşlatmaya yönlendirebilir. Yürüdüğümüzde etrafımızdaki ayrıntıların farkına varırız, — kuşlar, ağaçlar, gökyüzü dükkanlar ve evler diğer insanlar- bağlantı kurarız.
Aynısı bahçe işleri içinde geçerli. Neredeyse tüm kültürlerde bahçe bir sığınaktır. Dinlenip düşünmek için bir mekan. Niwa, Japonca bahçe kelimesi Tanrılara ibadet içinsaf bir mekan anlamına gelir. Bahçe işinin kendisi -ekim, budama, ot yolma, sulama, bir şeylerin büyümesini beklemek- hepimizin yavaşlamasına yardım edebilir. Bahçe işleri örgü yapmaktan daha hızlandırıcı değildir. Bir serada bile bitkileri isteğine göre çiçek açtıramazsın ya da mevsimleri değiştiremezsin. Doğanın kendi zamanlaması vardır. Bu aceleci, her şeyin en yüksek verimle zamanlandığı dünyada doğanın ritmini dinlemek iyi gelebilir.
Eğitim
Holt’un yazısına göre, ‘Yavaş Okulu’nun düşüncesi okulun tıkınma, test yapma ve tek düzelikle ile ilgili olma düşüncesini yok eder. Yemeğe yavaş yaklaşım, keşfin ve uzmanlığın gelişmesine izin verir.
‘Slow Food’ festivalleri yeni yemekler ve yeni tarifler içerir. Aynı şekilde yavaş okullar buluşlar ve kültürel değişime cevaba alan verir, bu sırada hızlı okullar aynı eski burgeri yaparlar.
Çocuklar hala çok çalışıyorlar. Yavaş hareketinin diğer her kanadı gibi yavaş okul da dengeyle alakalı.
Ne zaman insanlar çocukların yavaşlaması gerektiği hakkında konuşsa oyun oynamak her zaman göz önüne gelir. Birçok çalışma göstermiştir ki planlanmamış oyun zamanı çocukların sosyal becerilerini, dil yeteneklerini, yaratıcı güçlerini ve öğrenme kabiliyetini geliştirir. Plansız oyun, günümüzdeki kaliteli zaman anlayışının tersidir.
2001’in yazında Harvard Üniversitesi’nin dekanı, okula yeni giren öğrencilere bir açık mektup yazdı. Bu kampüs hayatı ve sonrası için önemli bir istekti. Bu yavaş felsefesinin kalbinde yatan düşüncelerdi. Artık mektup okula gelen her öğrenciye veriliyor ve başlığı da: Yavaşla. 7 sayfa boyunca Lewis öğrencilere üniversitede hayatta ‘az yaparak çok elde etme’yi anlatıyor. Onları alanlarında yarışmaya başlamadan önce iki kere düşünmeye teşvik ediyor.
İş, akademik hayata geldiğinde Lewis ‘az çoktur’ yaklaşımını destekliyor. Bolca dinlen ve rahatla ve hiçbir şeyi yapmama sanatında ilerlediğinden emin ol. Dekan diyor ki : “Boşluk, doldurulması gereken bir vakum değildir. O beynindeki diğer şeylerin yaratıcı bir biçimde yeniden düzenlenmesini sağlayan bir şeydir, tıpkı 4×4 bulmacadaki diğer 15 parçanın hareket etmesini sağlayan boş kare gibi. Başka bir deyişle hiçbir şey yapmamak, yavaş olmak, iyi düşünmenin önemli bir parçasıdır.”
İş
Yavaş hareket için işyeri önemli bir savaş alanı. İş, saatlerce sürdüğünde her şey için kalan zaman sıkışır. Basit şeyler bile — çocukları okula götürmek, akşam yemeği yemek, arkadaşlarla sohbet etmek — zamana karşı bir yarış haline gelir.Yavaşlamanın kesin bir yolu daha az çalışmaktır.”
Londra’da yaşayan bir yaşam koçu, “Tükenmişlik, eskiden kırk yaşın üzerindeki insanlarda bulduğunuz bir şeydi. Şimdi ise otuzlu yaşlarındaki erkeklerde, kadınlarda ve hatta yirmi yaşındakileri gençlerde görüyorum.”
Bu davranışın nereye götürdüğüne dair ürpertici bir vizyon için, yerli halkın “fazla çalışmaktan ölmek” anlamına gelen “karoshi” kelimesine sahip olduğu Japonya, durumu özetliyor gibi.
Bugünlerde, tam tersi olması gerekirken ekonomiye hizmet etmek için varız. İşyerinde uzun saatler bizi verimsiz, hataya açık, mutsuz ve hasta yapıyor. İş, uyanma saatlerimizin çoğunu yok eder. Hayattaki diğer her şey — aile, arkadaşlar, seks, uyku, hobiler, tatiller — bu ulu çalışma programına uymak zorundadır.
Kurumsal gıda zincirinin en üst düzey çalışanları, giderek daha fazla serbest veya bağımsız çalışan olmayı tercih ediyor. Çünkü bu, ne zaman çalışacaklarını seçmelerini sağlar ve pillerini şarj etmeye hobilerin tadını çıkarmaya ve aileleriyle vakit geçirmelerine yardım eder.
Sonuç olarak, çalışma saatlerini kesen insanlar genellikle finansal olarak beklediklerinden daha küçük bir darbe alıyor. Çünkü işe daha az zaman harcamak, çalışmamıza sağlayan şeylere daha az para harcamak anlamına gelir: ulaşım, park, dışarıda yemek, kahve, hazır yemek, çocuk bakımı, çamaşırhane, perakende terapi. Daha küçük bir gelir de daha küçük bir vergi faturasına dönüşür.
Henüz, daha az çalışmak Yavaş Planı’nın sadece bir parçası. İnsanlar da ne zaman çalışacaklarına karar vermek istiyor.
Artık işler çok daha iyi. Hala baze uzun saatlerde olması gerektiğinden fazla çalışıyorum ama ‘zaman’ ile olan ilişkim daha sağlıklı.
Elbette hızın işyerinde rolü var. Bir son tarih (deadline) odağımızı değiştirebilir ve bizi olağanüstü başarılar göstermeye teşvik edebilir. Sorun şu ki, birçoğumuz kalıcı olarak son tarih modunda kaldık, rahatlamak ve şarj etmek için çok az zaman bırakıyoruz. Yavaşlığa ihtiyaç duyan şeyler — stratejik planlama, yaratıcı düşünce, ilişki kurma — bu süreçte kaybolur.
İşte uyumak nihai bir tabu olmasına rağmen, araştırmalar, kısa süreli bir şekerlemenin (yaklaşık yirmi dakika ideal olduğunu) enerji ve verimliliği artırabileceğini göstermiştir.
Tarihteki en güçlü ve başarılı figürlerin çoğu kestirmeyi seven insanlardır. John F. Kennedy, Thomas Edison, Napolyon Bonapart, John D. Rockefeller, Johannes Brahms. Winston Churchill öğleden sonra ertelemenin en etkili savunmasını yaptı: “Gün boyunca uyuduğunuz için daha az iş yapacağınızı düşünmeyin. Bu, hayal gücü olmayan insanların desteklediği aptalca bir kavram. Daha fazlasını başarabileceksiniz. Bir günde iki günlük yaşıyorsunuz — en azından bir buçuk.”
Boş Zaman
“Boş Zaman Çağına ne oldu? Neden çoğumuz hala bu denli fazla çalışıyor? Bunun nedenlerinden biri para. Herkesin geçinmesi gerekiyor, ancak tüketici mallarına olan sonsuz doyumsuzluktan dolayı daha fazla daha fazla paraya ihtiyaç duyuyoruz. Dolayısıyla, kendimize ayıracağımız zaman yerine yüksek maaşları tercih ediyoruz.
Boş zamanların en iyi şekilde nasıl değerlendirileceği yeni bir endişe konusu değil.
İki bin yıl önce Aristoteles, insanın karşılaştığı en büyük zorluklardan birinin boş zamanlarını nasıl dolduracağı konusunun olduğunu söylemiş.
Plato “en iyi boş zaman biçimi”nin dünyaya karşı durgun ve anlayışlı olmak olduğuna inanıyordu.
Franz Kafka ise “Odandan ayrılmana gerek yok. Masanızda oturun ve dinleyin. Dinleme bile, sadece bekle. Bekleme bile, oldukça hareketsiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini çıkarmanız için kendini özgürce size teklif edecek, başka seçeneği yok.” olarak düşüncelerini ifade etmiş.
Tembelliğin Övgüsü’nde Russell, dört saatlik bir çalışma gününün bizi daha nazik ve başkalarını şüphe ile görmeye daha az eğimli hale getireceğini öne sürmüş. Bu kadar boş zamanla, hayat daha tatlı, medeni ve yavaş olur.